AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ: TÜRKİYE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA İHLALLERDE BULUNMUŞTUR.
Hazırlayan
Bedran Ali ERTUĞRUL
2022
GİRİŞ
İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerdir. Bu haklar, ırk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların kullanmakta eşit olduğu haklardır. İnsan haklarının temelinde eşitlik vardır, evrenseldir ve bu nedenle yüksek ahlaki niteliğe sahiptir. Bu haklar hiçbir ayrım gözetmeksizin doğuştan gelir ve devlet düzeni karşısında bireyi korur (TMMOB Demokrasi Kurultayı, 1998)
İnsan hakları ve özgürlüklerinin korunması amacıyla 1950 yılında Avrupa Konseyi tarafından İnsan Hakları Sözleşmesi hazırlanmıştır. İnsan hakları sözleşmesi, halkları topluca güvence altına almak amacıyla Avrupa Konseyi üyelerinin üzerinde anlaştıkları bir metindir. Bu sözleşme insan haklarını uluslararası düzeyde güvence altına alır. Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi, uluslararası bir anlaşmadır ve sözleşmeyi onaylayan devletlere hukuksal açıdan bağlayıcı sonuçlar doğurur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, uluslararası alanda insan hak ve özgürlüklerinin korunmasının en önemli hukuksal aracıdır. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, tarih yok)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni onaylayan devletler sözleşmede bulunan hak ve özgürlükleri ihlal ederse ya da bireysel veya devletler arası başvuru ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan bir devletin sözleşmede bulunan hak ve özgürlükleri ihlal ettiği iddia edilirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlal edildiği durumlarda hukuksal olarak başvurulan kurumdur. Bu kurum sözleşmenim ihlaline dair davalara bakar ve kararlar verir. 2
İfade özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilan edilen, birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Her insanın düşünceleri, inançları ve tutumları vardır. İnsanlar düşüncelerini, inançlarını ve fikirlerini ifade etmekte özgürdür. İfade özgürlüğü, insanların fikirleri her türlü araçla (sözlü, yazılı, medya…) öğrenme, alma ve verme hakkıdır.
Yukarıda, üzerinde durulan konular hakkında bilgi verilmiştir. İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi temel hak ve hürriyetlerimizi koruma altına alır. İfade özgürlüğü de bu temel hak ve özgürlüklerimizden biridir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 10’da ifade özgürlüğüne değinilmiş, herkesin ifade özgürlüğüne sahip olduğundan bahsedilmiştir. Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamış ve onaylamış bir ülkedir. Bu tezde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları kapsamında Türkiye’de ifade özgürlüğü konusundan bahsedilecektir. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına ihlalde bulunup bulunulmadığı incelenecektir.
1. İNSAN HAKLARI
1.1. İnsan Hakları Kavramının Tanımı
Yaşadığımız zamanda, demokratik ve bağımsız topluluklarda, bireylerin elinde bulundurdukları hak ve özgürlükleri tanımlamak için “yurttaşlık hakları” gibi çeşitli kavramlar bulunmaktadır. İnsan Hakları kavramının tanımını yapmadan önce kavramın benzer diğer kavramlardan ayırt edilmesi şarttır. Kavramlar genellikle aynı anlamlı olarak kullanılsa da aslına aralarında birçok anlam farklığı oluşmaktadır (Begüm, 2017).
Bu çerçevede “yurttaşlık hakları”, sadece yurttaşlara tanınan bir haktır. “Kamu özgürlükleri” ise insan haklarının sistem tarafından kabul görmüş ve pozitif hukukunda bulunan 3 kısmını ifade etmektedir. Bunlara kamu özgürlüklerinin denmesinin sebebi belirli bir tabakaya değil tüm insanlara tanınmış olmasıdır (Begüm, 2017, s. 36).
İşte tüm kavramlara karşılık “insan hakları kavramı tüm kavramların üstünde kapsayıcı bir kavramdır. İnsan hakları, devletler tarafından güvenceye alınsın ya da alınmasın, belirli bir zaman sonra onurlu bir yaşam yaşayabilmeleri için gerekli olduğu öngörülen tüm hakları kapsamaktadır (Begüm, 2017, s. 37).
İnsan haklarının tanımını yapmak gerekirse hem Anayasa hem uluslararası hukuk kavramdır. İnsan hakları tabiri geniş kapsamlıdır; bir taraftan bireylerin haklarının devlet mercilerine karşı korunmasına, bir taraftan ise çok boyutlu olan insan psikolojisinin gelişmesi çabasını içerir. İnsan hakları tabiri ile anlatılmak istenen tüm bireylerin sahip olması gereken haklar anlatılmak istenir. Buna aynı zamanda “soyut anlamda insan hakları” da denmektedir. Yani bu anlamda insan hakları olanı değil yapılmak isteneni gözler önüne serer. Bu anlamdaki insan haklarının bir parçası hukuksal güvenceyle buluşturulması, pozitif hukukun bir parçasını oluşturulması durumunda ise “somut insan hakları” durumundan bahsedilir (Gölcüklü & Gözübüyük, 2007, s. 3).
1.2 İnsan Haklarının Tarihsel Gelişimi
Kavramsal incelemeden sonra meseleyi şimdide tarihsel açıdan ele almak gerekir. İnsan hakları doğal hukuk geleneğinin de etkisi ile, bireyin içinde olduğu tehlikelerden sıyrılma gayesi ile bireyin şeref ve namusuyla yaşama arzusu gün yüzüne çıkmıştır. Tarihsel kanıtlar gösteriyor ki, geçmişte insan haklarına saygılı iktidarlar olduğu kadar, Hitler, Mussolini, ve Salazar gibi insanlık onurunun ayaklar altına alındığı çeşitli işkenceler, baskılar ve zulümlerin egemen egemen olduğu diktatörlüklerde bulunmaktadır. Tam da bu sebepten dolayı hükümetlerin 4 yetkilerinin sınırlandırılması fikri fazlasıyla konuşulur hale gelmişti. Bu andan itibaren, ilk defa siyasal iktidarın sınırlandırılması fikrinin esasını ortaya atan Magna Carta’dan, Sened-i İttifaka sonrasında Birleşmiş Milletler Sözleşmelerine ve son olarak AİHS’ne varıncaya kadar tüm dokümanlar siyasal iktidarı sınırlandırıcı özelleğinde insan haklarının temel yapı taşlarıdır (Begüm, 2017, s. 39).
1.3. Avrupa’da Bir Birlik Yaratılması Fikrinin Doğuşu
“Etimolojik olarak Avrupa (Europa) kelimesinin Sami dillerinde “aşağı gitme, batma” anlamına gelen “erebü” veya Fenike dilinde “akşam, batı” anlamına gelen “erep” sözcüklerinden türediği kabul edilir. Yunan mitolojisinde Prenses Europa, Fenike Kralı Agenar ile Telepasse’nin kızıdır. Boğa kılığına bürünen Zeus, Europa’ yı Girit Adası’na kaçırır. Zeus’tan çocuk sahibi olan daha sonra Girit Kralı Asterion ile evlenir. MÖ. 7. Yüzyılda Yunanlılar kendi yaşadıkları toprakların kuzeyinde kalan bölge için Europa demiştir.” (Karluk, 2014).
Ünlü Yunan tarihçisi Heredot, eserlerinde bilinen dünyanın Avrupa, Asya ve Libya (Afrika) adında üç kıtadan ibaret olduğunu yazmıştır. Fakat 7.yüzyıl sonunda Latin ve Cermen etkisinde kalan bölgeler için Avrupa denmeye başlanılmıştır. Charlemagne döneminde Avrupa, Doğu Roma (Bizans) ve İslam egemenliğinde olmayan kıta toprakları için kullanılıyordu. 1730 yılında İsveçli coğrafyacı ve haritacı Von Strahlenberg’in Ural dağlarının Avrupa’nın doğu sınırını oluşturduğu görüşü günümüzde de geçerliliğini koruyan bir görüştür. Avrupa, özellikle antik Yunan Batı kültürünün doğum yeri olarak kabul edilmektedir (Karluk, 2014, s. 1).
Avrupa’ da bir birlik kurmaya yönelik hareketin temelleri, çok eskiye dayanmaktadır. Geçen yüzyıllarda Due de Sully, Dante La Rochefoucaul, Saint Simon, Victor Hugo, Emile de Girardin, William Penn, M.Briand , De Gasperi, gibi dünyanın bir çok yerindeki düşünürler Avrupa’da bir birliğin oluşması gereğine inan kişilerdir (Karluk, 2014).
1.4. Barış İçin Birleşmiş Milletler Örgütü
Yaklaşık 70 milyon insanın öldüğü, neredeyse tüm dünyanın talan olmasıyla biten İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, insanlığın perişan olduğu tam o sırada global birlik ve barışın sağlanması ve insan haklarının güvenceye alınması gerekçesiyle 26 Haziran 1945 tarihinde San Fransisco’da Birleşmiş Milletler Anlaşması imzalanmıştır (Gölcüklü & Gözübüyük, 2007). Savaştan sonra kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü, global bütünleşme ve sosyal barışın sağlanmasının mümkün olmadığının bilincinde olarak bu gayenin olabilmesi için daha fazla ortak değerleri olan bölgesel yapılara önem verilmesi gerektiğini anlamış ve devletleri bu yönde teşvik etmiştir (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 1).
2. AVRUPA KONSEYİ
2.1. Avrupa Konseyi’nin Kuruluş Amacı
Konseyi’nin amacı üyeleri arasında prensipleri ve ülküyü korumak aynı zamanda yaymak ve siyasi gelişmeleri sağlamak amacıyla daha güçlü bir birlik oluşturmaktır. Avrupa Konseyi, Avrupalı devletlerin sahibi oldukları tarihsel, kültürel ve sosyal mirası etkin kılmak ve geliştirmek için kurdukları, Avrupa’da 2.Dünya Savaşı benzeri bir hüsranın bir daha asla tekrarlanmaması için barışı devamlı kılmak ve her platformda iş birlik içerisinde oluşturdukları, bir kurumdur (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 4).
2.2. Avrupa Konseyi’nin Kuruluşu Genel hareket sonrasında bazı gerçekçi hamleler 1948 yılında kendini göstermeyi başarmıştır. Bu kapsamda La Haye’de gayri resmi bir biçimde birleşen Avrupa Kongresi Avrupalılara Mesaj sloganıyla gerçekleşmiştir. Bu slogan genel hatları itibarı ile ilgili devletlere Avrupa Birliği’nin kurulması yönündeki mesajları içermektedir (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 2). Kongre’de bir takım politik kararlar verilmiş, kurulması istenen Avrupa Birliği’nin çizgileri ve gayeleri netleştirilmeye çalışılmıştır (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 2).
Gerçekleştirilen kongreden ardından ilk gerçekçi adım olarak nitelendirebileceğimiz Avrupa Hareketi örgütü meydana gelmiştir. Bu örgütün Şubat 1949 tarihinde yayınladığı bildiride de yine birlik ve beraberlikten söz edilmekteydi (Gölcüklü & Gözübüyük, 2007, s. 7,8).
Avrupa Konseyi işte bu Avrupa Hareketinin bir ürünü olarak gerçekleşti. Avrupa Hareketinin sonuçlarında oluşan Avrupa Konseyi bu doğrultuda On batı Avrupa ülkesi (Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İtalya, İrlanda, Norveç, Danimarka, İsveç, İngiltere) 5 Mayıs 1949 tarihinde Londra’da insan haklarını geliştirip sağlık, eğitim, sosyal refah, gibi meselelerde aktif çalışma yürütebilmek gayesi ile Avrupa Konseyi Statüsünü hayata geçirmişlerdir (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 2).
İlerleyen senelerde Konsey büyümüş Kasım 1998 yılında 40, Eylül 2001 yılında 43, Haziran 2002 yılında 44, 23 Aralık 2003 tarihiyle birlikte 45 üyeli bir konsey oluşmuştur (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 3).
2.3. Türkiye’nin Avrupa Konseyine Katılımı
Türkiye ise yapılan davet neticesinde Avrupa Konseyi’ne katılmaya karar kılmış ve bu kararını 08 Ağustos 1949 yılında Konsey Sekreterliğine bildirmiştir. Sonrasında ise katılma kararını 12 Aralık 1949 yılında 5456 sayılı kanun ile iç hukuk yollarına almıştır. Daha sonra onay belgesini 13 Nisan 1950 yılında Avrupa Konseyi Sekreterliği’ne bildirmiştir. Türkiye Avrupa Konseyine belgeyi teslim ettiği tarihte Konsey’e üye olarak girmiştir (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 3).
Avrupa Konseyi’nde bulunan insan haklarına dair hukuken bağlayıcı değerde bir sözleşme kabul edilmesi tahmin edileceği üzere kolay olmuştur (Kapani, 1993, s. 43-44). Ve bu sözleşme herkesin bildiği üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir (Bozkurt & Kanat, 2004).
3. AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Tümü Birleşmiş Milletler üyesi olan konsey üyesi devletler insan hakları belgesini düzenlemişlerdir. Bunu nedeni ise Birleşmiş Milletler Örgütüne her ideolojiden devlet üyedir. Bu da örgütün beraber karar almasının önünde çok büyük bir engeldir ve Batı Avrupa Devletleri daha küçük bir bölgede daha etkili bir insan hakları sözleşmesi yapma ihtiyacı hissetmişler (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 5).
Birleşmiş Milletler Hakları Bildirisi, insan haklarının hiçe sayıldığı hallerde uluslararası korumanın nasıl aktif hale geleceğini bulamamış, bireysel başvuru yöntemini resmileştirilememişti. Avrupa Konseyi’nin çabaları neticesinde 4 Kasım 1950 yılında Roma’da kabul edilen ve 3 Eylül 1953 yılında 10. Onay belgesinin sunulmasından sonra yürürlüğe girmiştir. Yürürlüğe giren uygulama Avrupa’da çok başarılı sonuçlar vermiştir (Dinç, 2006, s. 12).
Sözleşmeyi asıl değerli kılan şey ise insan haklarını tüm dünyada güvence altına almasıdır (Özbek, 2004, s. 27).
3.1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Yapısı ve Niteliği
AİHS’nin-11.Protokol ile farklı- metni, bir Giriş üç bölüm ve 59 maddeden var olmuştur. Sözleşmenin ilk bölümünde imzacı devletler, insan hakları ile ilgili görüşlerini ifade etmiş ve AİHS’nin dayanağı ve temelleri ifade edilmiştir: Buna gerekçe ile Avrupa Konseyi’ne 8 üye olan devletler, bu konseyin amacını “üyeleri arasında daha güçlü bir bağ oluşturmak” biçiminde belirlemiş ve ” insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve daha ileri düzeyde gerçekleştirilmesini” bu gayeye ulaşma seçeneklerinden biri olarak tanımlamışlardır (Özbek, 2004, s. 28,29).
3.2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin İç Hukukumuzdaki Yeri
Sözleşme’nin iç hukuktaki yerinin tespit edilebilmesi konusu, yasamaya Sözleşmeye uymayan bir yasayı faaliyete sokmama konusunda sorumluluk yüklenebileceği gibi, Sözleşmeye uymayan bir yasanın yargı tarafından uygulanmaması neticesine neden olabilir. Bu sebeple konu fazlasıyla hassas ve önemlidir (Begüm, 2017, s. 47),
Sözleşme’nin iç hukuktaki yeri meselesinde doktrinde iki ayrı sistemin varlığı üzerinde incelenmektedir. “Tekçi Görüş” ün ilkelerine göre, yalnız bir hukuk düzeni vardır. Uluslararası ve iç hukuk, bir pastanın dilimini oluşturmaktadır. Uluslararası hukuk altında oluşturulan kural, ulusların öz anayasal sistemleri içerisinde, ulusal kurallar arasında bulunmaktadır. Bu görüşün tam tersi niteliğinde olan “İkici (Düalist) Görüş” e göre ise, uluslararası hukuk ile iç hukuk birbirinden tamamen farklı iki ayrı hukuk düzenidir ve bu iki düzenin çatışma halinde olması olanaksızdır. Uluslararası hukuk içerisinde var olan bir Sözleşme, iç hukukun bir parçasını oluşturamaz, devletin Sözleşme ile güvenceye aldığı temel hak ve özgürlükleri uygulamak için bir yasama tasarrufu ile birlikte iç hukuka iletilmesi gereklidir (Begüm, 2017, s. 47).
Günümüzde ise Sözleşmeye ortak devletler, sözleşmeyi hem anayasa seviyesinde hem de kanun seviyesinde kabul ederek, iç hukukların bir parçası haline dönüştürmüşlerdir. Örnek vermek gerekirse Hollanda ve Avusturya’da AİHS, anayasal değerdedir. Bunun sebebi doğrultusunda bu ülkeler Sözleşmeye uymak mecburiyeti içerisindedirler. Fransa, İspanya, Portekiz ve Belçika da ise AİHS, kanunların üstünde yer almaktadır fakat oluşturdukları değer anayasanın altındadır. İtalya ve Almanya’da ise durum AİHS, iç hukukta kanun düzeyinde olarak kabul görmüştür (Begüm, 2017, s. 47,48). Öyle ki bu sözleşmeler kanunlardan üstün olarak görülürse, usulüne göre yürürlüğe girmiş olan sözleşmeden sonra, kanun koyucu tarafından yapılan ve işleme giren bir kanun, ne olursa olsun sözleşmenin hükümlerini yok sayamayacak ortadan kaldıramayacaktır. Bununla birlikte normlar hiyerarşisinde sözleşmeler kanunla eşdeğer olacak biçimde kabul görürse, kanun koyucunun, usulüne uygun bir biçimde uygulamaya girmiş bir uluslararası sözleşmenin emirlerini, daha sonradan çıkaracağı bir kanunla ilga etmesi de mümkün olabilmektedir. Tabi ki bu şekilde gerçekleşecek bir uygulama, uluslararası toplumda imzaladığı sözleşme hükümlerin tam tersi işlemler yapan devletin itibarına zarar verecektir (Begüm, 2017, s. 48).
Türkiye tarafından meselenin değerlendirilebilmesi için Anayasa’nın 90. Maddesine bakmak önem arz etmektedir. “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” esaslı madde aynen şöyledir: “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Ekonomik, ticarî veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı aşmayan andlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu andlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur.
Milletlerarası bir andlaşmaya dayanan uygulama andlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî andlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren andlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz.
Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü andlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır.
Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” (Ülgen, 2018).
Uluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki yeri ve önemi meselesindeki tartışmaların, hiç yoktan temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmeler bakımından son bulduğunu söyleyebiliriz. Anayasanın bu hükmü, uluslararası insan hakları hukuku ile iç hukuk arasındaki mesafeyi ortadan kaldıran ciddi bir düzenleme olmuştur (Begüm, 2017, s. 49).
Günümüzdeki şekliyle üç önemli kuralı içerisinde bulundurmaktadır. “Birincisi uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde nitelendirilmektedir. İkincisi, uluslararası sözleşmelerin Anayasaya aykırılığı ileri sürülememektedir. Üçüncüsü, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerle kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası sözleşme hükümleri esas alınmaktadır.” (Begüm, 2017, s. 49).
Türkiye Hukuk Sistemine göre: uluslararası sözleşmelerin Anayasa’da, iç hukuk kurallarından biri olarak görülmesinden de anlaşılacağı üzere, tekçi görüş hakim olmuştur. Bundan dolayı onaylanan uluslararası hukuk kuralları ile iç hukuk kuralları arasında düzen oluşturulması gerekmektedir. Farklılık durumlarında ise ne olacağı ile ilgili uluslararası hukuk kurallarının Anayasa’da kurallar derecesindeki yeri belirleyici olmaktadır (Yokuş, 1996, s. 124).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin gerçek anlamıyla Türkiye Hukukunda doğrudan uygulanabilir özelliğinin olduğu kabul görmektedir. Anayasa gereğince Türkiye Hukukunda emredici gücü olmuştur (Yokuş, 1996, s. 126).
4. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
4.1. AİHM’nin Kuruluşu ve Çalışma Alanları
Avrupa İnsan Hakları Komisyonunu fes eden ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin idari sorumluluğunu bitirerek görevini mahkeme kararlarının uygulanmasına indirgeyen 11 Nolu protokolle, AİHM andlaşmanın tek yetkili mercii haline getirilmiştir. Durum böyle olunca süreç yeni bir içtüzük yapılması mecburiyetini gün yüzüne çıkarmıştır. Yeni işleyişi düzenleyecek olan mahkeme 4 Kasım 1998 yılında yeni tüzüğe geçmiştir (Ergül, 2003, s. 13).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, “Bu Sözleşme ve protokolleri gereği Yüksek Sözleşmeci Taraflara yüklenilen taahhütlere uyulmasını sağlamak için, bundan böyle Mahkeme olarak anılacak bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuştur. Mahkeme devamlı görev yapar.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çalışma yeri, Avrupa Konseyi’nin Fransa’nın Strazburg kentinde faaliyet yürütmektedir. Çoğu zaman mahkeme işlerini burada sürdürür ancak, gerekli gördüğü zaman Avrupa Konseyine üye olan istediği ülkede birleşme alabilir (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 27).
Mahkeme, bir başvurunun incelenmesinin hangi aşamasında olursa olsun, kendi için veya isteği sayıda üye için farklı bir yerde bir inceleme yapılmasına veya başka bir görevin icra edilmesine hüküm kılabilmektedir (Ergül, 2003, s. 13).
Geçmiş zamanlarda yarı zamanlı çalışmakta olan İnsan Hakları Komisyonu Protokolden sonraki süreçte tam gün bir yargı merci haline dönüşmüştür. Daimî olarak görev yapmakta olan Mahkemenin tüm masraflarını, Avrupa Konseyi karşılamaktadır (Bozkurt & Kanat, 2004, s. 28).
4.2. AİHM Yargıçlarının Sayısı, Seçilmeleri, Görev Süreleri ve Görevden Alınma
“Mahkeme, Yüksek Sözleşmeci Tarafların sayısına eşit sayıda yargıçtan oluşur.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010). Andlaşmada bulunan 47 ülke olduğu içinde 47 hakim bulunmaktadır (Bilgin, 2014, s. 2).
“Yargıçlar, her Yüksek Sözleşmeci Taraf adına, beher Yüksek Sözleşmeci Tarafın sunacağı üç adaylık liste üzerinden Parlamenterler Meclisi tarafından oy çokluğu ile seçilirler.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010).
“1. Yargıçlar dokuz yıllık bir süre için seçilirler. Tekrar seçilmeleri mümkün değildir.
2. Yargıçların görev süreleri 70 yaşına ulaştıklarında sona erer.
3. Yargıçlar, yerlerine başkası seçilinceye kadar görevlerini sürdürürler. Buna karşılık, daha evvelce katılmış oldukları davalara, görevleri sona erdikten sonra da bakmaya devam ederler.
4. Bir yargıç, diğer yargıçlar tarafından üçte iki çoğunluk ile alınmış ve yargıçlık için gerekli koşulları artık taşımadığına dair bir karar olmadıkça, görevden alınamaz.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010).
4.3. AİHM Yargıçlığı için Aranan Nitelikler
“1. En üstün ahlaki vasıflarla donanmış olması gereken yargıçlar, yüksek yargısal görevleri icra için gerekli niteliklere sahip veya alanında uzmanlığı herkesçe malum hukukçu olmalıdırlar.
2. Yargıçlar Mahkeme’ye kendi adlarına katılırlar.
3. Yargıçlar görev süreleri içinde bağımsızlık, tarafsızlık ve tam gün çalışma esasına dayalı bir görevin gerektirdiği hazır bulunma koşulları ile bağdaşmayan hiçbir görev üstlenemezler; bu fıkranın uygulanmasından doğabilecek her sorun Mahkemece karara bağlanır.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010).
4.4. Yazı İşleri Müdürlüğü ve Yargıç Olmayan Raportörler
“1. Mahkeme nezdinde, görev ve kuruluşu Mahkeme içtüzüğünde belirlenen bir Yazı İşleri Müdürlüğü bulunur.
2. Tek yargıç düzeninde çalıştığında Mahkeme’ye, Mahkeme Başkanı’nın otoritesi altında görev yapan raportörler yardım eder. Raportörler, Mahkeme Yazı İşleri Müdürlüğü mensubudur”. (Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, 2010).
4.5. AİHM Genel Kurulu “Genel Kurul halinde toplanan Mahkeme,
a) üç yıllık bir süre için başkanını ve bir veya iki başkan yardımcısını seçer; bu kişilerin tekrar seçilmeleri mümkündür.
b) belirli süreler için Daire’ler oluşturur.
c) Daire başkanlarını seçer; bu kişilerin tekrar seçilmeleri mümkündür.
d) Mahkeme içtüzüğünü kabul eder
e) Yazı İşleri Müdürü’nü ve bir veya birden fazla Müdür yardımcısını seçer
f) 26. maddenin 2. fıkrası uyarınca talepte bulunur.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010).
4.6. Tek Yargıç, Komite, Daire ve Büyük Daire Heyetleri
“1. Mahkeme, önüne gelen başvuruları incelemek üzere tek yargıç, üç yargıçlı komite, yedi yargıçlı Daire ve on yedi yargıçlı Büyük Daire düzeninde toplanır. Daireler, belirli bir süre için komiteleri kurarlar.
2. Mahkeme Genel Kurulu’nun talebi üzerine, Bakanlar Komitesi, Daire yargıçlarının sayısını, oybirliği ile alacağı bir kararla ve belirli bir süre için, beşe düşürebilir.
3. Tek yargıç düzeninde görev alan yargıç, adına seçilmiş bulunduğu Yüksek Sözleşmeci Taraf aleyhine yapılmış hiçbir başvuruyu inceleyemez.
4. Uyuşmazlığa taraf olan Yüksek Sözleşmeci Taraf adına seçilmiş olan yargıç, Daire ve Büyük Daire’nin doğal üyesidir. Bu yargıcın yokluğunda veya görev almasının mümkün olmadığı durumlarda, ilgili Tarafın önceden sunacağı listeden Mahkeme Başkanı’nca seçilen bir kişi yargıç sıfatıyla görev alır.
5. Büyük Daire’de ayrıca Mahkeme başkanı, başkan yardımcıları, Daire başkanları ve Mahkeme içtüzüğüne göre belirlenecek diğer yargıçlar yer alırlar. Bir dava 43. madde uyarınca Büyük Daire’ye gönderildiğinde, kararı veren Dairenin başkanı ile ilgili Yüksek Sözleşmeci Taraf adına yer almış yargıç dışındaki hiçbir Daire yargıcı Büyük Daire’de yer alamaz.” (Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, 2010).
4.7. Devletlerarası Başvurular
“Her Yüksek Sözleşmeci Taraf, diğer bir Yüksek Sözleşmeci Tarafa karşı Sözleşme ve Protokollerinin hükümlerinin ihlali iddiası ile Mahkeme’ye başvurabilir.” (Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi, 2010). Devlet başvurusunun yazılı olması mecburiyeti vardır. Başvurular mahkemenin resmi dillerinden biri olmak zorundadır. Bu diller İngilizce ve Fransızcadır (Bilgin, 2014).
4.8. Bireysel Başvurular
“Bu Sözleşme veya protokollerinde tanınan haklarının Yüksek Sözleşmeci Taraflardan biri tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu öne süren her gerçek kişi, hükümet dışı kuruluş veya kişi grupları Mahkeme’ye başvurabilir. Yüksek Sözleşmeci Taraflar bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını hiçbir surette engel olmamayı taahhüt ederler.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010).
5. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ: “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ”
Düşünmek ve düşündüğünü söyleyebilme, demokrasi açısından önemli bir yer teşkil etmektedir. Yeni ve daha güzel fikirlerin açığa çıkabilmesi olanaklarını ifade özgürlüğü oluşturmaktadır. Birbirine zıt çeşitli fikrilerin varlığı ve bu fikirlerin tartışılması kişilere farklı düşünceler arasında tercih hakkı sunma olanağı tanımaktadır. İfade özgürlüğünün olmadığı bir toplumda kişilerin kendi fikirlerinin doğru veya yanlışlığını test edemezler. Demokratik bir toplumda, ifade özgürlüğü güçlü olanı sevindirecek söylemler değil, kendisine ait düşünceyi korkmadan dile getirebilme özgürlüğüdür (Bıçak, 2002, s. 19).
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesi ifade özgürlüğünü şu şekilde düzenlemiştir;
“1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 2010).
Demokratik sistemler, düşünce ve görüşlerini istedikleri gibi ifade ederek özgürce yaşaması esası üzerine kurulmuştur. Bir toplum, yaşamını ve geleceğini bağlayan meseleler üzerine fikir geliştiremez ve bunları söyleyemez ise o toplum demokratik bir toplum olamaz. Demokrasi sadece seçilenlerin konuşabileceği anlamı taşımamakla birlikte tüm bireylerin görüşlerini rahatça ifade edebilme rejimidir. Günümüzün çoğulcu ve katılımcı demokrasilerinde, seçilmişler ile toplumda kendi geleceğini bağlayan meselelerde olaylara müdahil olmakta ve görüşlerini dile getirmektedir (Ünal, 2001, s. 242).
6. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI IŞIĞINDA “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” DEĞERLENDİRMELERİ
6.1. Yetkileri Kötüye Kullanan Kamu Görevlilerinin İsimleri Yayınlanabilir
“Sürek / Türkiye” davasında her hafta çıkan bir derginin, terör olaylarının devamlı yaşandığı bir alanda yaptıkları ziyaret üzerine düzenledikleri basın toplantısında açıklanan veriler okunurken terörle mücadele biriminde yer alan emniyet müdürü ve jandarma komutanının isimlerinin de yayınlanması, bu birimde görev yapmakta olan kolluğun kimliğinin açıkça beyan edilmesi kolluğu hedef haline getirme olarak yorumlanmış ve derginin sahibi para cezasına çarptırılmıştır. Olaya bakan divan, haberde bulunun bilgiler ve kolluk kuvvetlerinin söylediklerinin iletilmesi olduğunu; yetkilerin kötüye kullanılması halinde halkın kötüye kullanılan yetkinin içeriği ile beraber, yetkileri kötüye kullanan bireylerinde ismini öğrenebilme hakkı var olduğunu; haberin diğer gazetelerde de yayınlanmış olmasından dolayı yeni bir bilgi kullanılmadığı; aynı haberden dolayı hiçbir gazeteye işlem yapılmadığının araştırması yapıldıktan sonra mahkeme ifade özgürlüğüne müdahalenin ihlali olduğu kararını vermiştir (Bıçak, 2002, s. 24,25).
6.2. Kamu Görevlisi Kişisel Görüşlerini Kamuya Açıklayabilir
“Akkoç / Türkiye” davasında bir sendika başkanının, eğitimden sorumlu bir kişi ile yaptığı bir toplantı hakkında basına verdiği bilgilerde, öğretmenlerin gözaltındayken taciz edildikleri ve bazen de kolluk tarafından darp edildiğini söylemesi nedeniyle mesleğini ilgilendiren konularda izin almadan basına aktarmasından dolayı meslekte ilerletilmesinin durdurulması cezası verilmiştir. Danıştay, kişinin basına açıklama yasağının yetki ve görev alanları içerisinde olduğu ve bu açıklamanın herkesi ilgilendirmesi neticesi ile suç teşkil edemeyeceği kararının vermiş ancak verilen disiplin kararının iptali 6 yıl aradan sonra ancak neticeye kavuşturulmuştur. AİHM olayı takibi sonucu Danıştay’ın kararının doğru bir karar olduğu sonucuna varmıştır (Bıçak, 2002, s. 25).
6.3. Siyasi Konularda İfade Özgürlüğü Geniştir
“Sürek ve Özdemir / Türkiye” davasında bir örgütün lideri ile iki farklı tarihte geçen konuşmaları yayınlayan ve farklı bir sayısında ise dört sosyalist kuruluşun bildirisini yayınlayan dergi piyasadan toplatılmış ve yayıncı propaganda suçu işlediği nedeniyle hapse mahkûm edilmiştir. Davayı araştıran Divan, basının siyasi meselelerde , bu konular ötekileştirmeye neden olacaksa da, fikirlerin paylaşılması görevi olduğunu; bireylerin bu fikirleri bilme hakkı olduğu; siyasi konuşmalar ve kam ile ilgili konularda ifade özgürlüğünü kısıtlamak için manevra alanının fazlasıyla dar olduğu; hükümet ile siyasetçiler karşılaştırıldığında hükümete gelecek eleştirinin sınırlarının daha geniş olduğu iktidarların elinde tuttuğu güç ele alındığında kendilerine yönelik eleştirilere cevap verecek bir çok kanala sahipken prosedürü yürütürken oldukça hassas davranmaları gerektiği röportaj yaptığı kişinin örgüt lideri olması tek başına ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına sebep olmaması ve ülkenin belli bölümünde bir probleme sebep olmaması gerekçeleri ile ifade özgürlüğünün sınırlandırılması kararını vermiştir (Bıçak, 2002, s. 29).
6.4. Konusu Şiddet Olmayan Direniş Çağrısı Yapılabilir
“İncal / Türkiye” Türkiye’den gelen ilk başvuru niteliğinde olan davada mahkeme tarafından kapatılan bir partinin yönetim kurulunun bir üyesi aracılığı il, partinin fakir insanların yaşadığı bölgede kolluk kuvvetleri tarafından alınan tedbirleri eleştiren bir yazı dağıtma kararı alması neticesinde, hazırlanan bildiride belli bir kökenin şehirden gönderilmek istendiğine, bu bireylerin doğdukları topraklara dönmeye zorlandığına, kamu personellerinin bu kökenin dışlanması gerektiğine dair çalışma yürüttüğünü belirtmiş ve bu muamelelere karşı direniş çağrısında bulunmuştur. Bildiri savcılık makamınca toplatılmış ve bildiriyi oluşturan birey, devleti terörist olarak nitelendirdiği, vatandaşlar arasında ötekileştirme yaptığı nedenleri ile 19 “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçu nedeniyle hapis cezasına çarptırılmıştır. Divan, bildirinin yönetimin aldığı kararların sokak esnafını etkilediği gerekçesi ile eleştirmekte olduğu; olayın şehirde yaşayan bireyleri ilgilendiren yaşanmış olaylara dayandığı ve direniş çağrısının şiddet içeren bir çağrı olmadığının kararını almış ve ifade özgürlüğü ihlali kararı vermiştir (Bıçak, 2002, s. 30,31).
6.5. Tarihi Gerçekler Taraflı Dille Söylenebilir
“Arslan / Türkiye” davasında Türkiye’de Kürt meselesi ile alakadar olan ve sonrasında öldürülen Kürt kökenli siyasetçi tarafından kaleme alınan ve bir önsöz içeren kitabın ilk baskısı, Türkiye’nin çok uluslu bir yapısının olduğunu ve Kürtlerin devamlı baskı altında tutulmak istendiği iddia edilmekle beraber Türklerin ise barbar bir millet olduğunu söylemekten toplatılmış, yazarı da bölücülük yaptığı gerekçesi ile hapse mahkûm edilmiştir. Olayı değerlendiren Divan, kitabın tarihi yaşanmışlıkları objektiflikten uzak bir biçimde tanımladığı; fakat yazarın düşüncelerini, edebi bir eserle oluşturduğunun; bu yolun açıklanan düşüncelerin ulusal güvenlik üzerindeki etkisini büyük oranda azalttığını; eserin kimi yerlerinde bulunan ifadelerin Türk halkını yerdiğini açıkça görülmesi ve nefretle kaleme alındığına bununla birlikte teşvik niteliği taşımadığı gerekçesi ile ifade özgürlüğüne yapılan ihlal kararı hükmünü vermiştir (Bıçak, 2002, s. 31,32).
6.6. Taraflı Düşünce Açıklanabilir
“Okçuoğlu / Türkiye” davasında bir dergide yayınlanan bir bilimsel araştırmanın, yazarın da bulunması ile düzenlenen bir toplantıda ifade edilen fikirlerin yayınlanmasından sonra yazar propaganda yapmaktan dolayı hapis cezasına mahkûm edilmiş ve derginin toplatılmasında karar kılınmıştır. Olayı değerlendiren Divan, başvuruda bulunan kişinin etnik bir grubu oluşturan nüfusun durumunu uluslar arası ilişkiler açısından açıklama gayreti gösterdiği; yapılan araştırmalarda kullanılan dilin objektif olduğu söylenemese de kullanılan dilin aşırı nitelikte olduğunun ifade edilemeyeceği; yazarın Türk halkı için söyledikleri sözler, negatif ve düşmanca bir içerik taşımakla beraber, isyana başvurulması konusunda teşvik edici olmadığının tespitini gerçekleştirerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kararı verilmiştir (Bıçak, 2002).
6.7. Şiddet Çağrısı İçermeyen Akademik Çalışma Engellenemez
“Başkaya ve Okçuoğlu / Türkiye” tarafından bir iktisat profesörü tarafından bilimsel bir çalışma olarak hazırlanan ve 219 sayfa ve 370 dipnottan oluşan, Türkiye’nin 1920’den bu yana geçirdiği sosyal ve ekonomik sürecini ele alan ve devlet politikasını eleştiren bir kitabın basılmasından sonra kitabın yazarı ve yayıncısı, Türkiye toprakları içerisindeki toprak parçasına Kürt halkına ait Kürdistan diye tanımda bulunulduğu ve bu toprak parçasının Türk’ler tarafından gasp edilen bir yer olarak nitelendirdiği sebebiyle kitap toplattırılmış, kitabın yazarı ve yayıncısı hapis ve para cezasıyla cezalandırılmış ve yazar akademisyenlik görevinden uzaklaştırılmıştır. Olayı inceleyen Divan, kitapta yer alan bazı ifadelerin sert olmakla birlikte Türkiye’nin sosyal ve iktisadi ilerlemesini ve uygulanan siyasi fikrini tarihi yönü ile ele alan akademik bir çalışmada bulunulduğu ; kullanılan içeriklerin şiddete yönlendiriciliği söz konusu olmadığı; şiddete çağrı niteliğinde bir anlatım tarzı da uygulamadığı; “verilen cezaların oldukça ağır olduğu; kitabın toplattırıldığı ve yazarının üniversitedeki işini kaybettiği tespitini yaparak verilen ceza ile elde edilmek istenen araç arasında orantı olmadığı gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği hükmüne ulaşmıştır.” (Bıçak, 2002, s. 32,33).
6.8. Sert Bir İfadeyle Düşünceler Açıklanabilir
“Ceylan / Türkiye” davasında düzenli olarak yayınlanan gazetede bir sendika başkanı tarafından yayınlanan bir makalede Kürt ulusunun Türkiye’de baskı altında bırakıldığı, öldürüldüğünün ve susturulduğunun iddia edilmesi sebebi ile kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçu işlediğinden ötürü hapis ve para cezasına uygulandırmışır. Olayı inceleyen mahkeme, dava konusu olan içeriğin politik bir metin olduğu; Marksist fikirler etrafında ülkenin bir kısmının şiddetin durmamasının gerekçelerinin izah edilmeye çalışıldığı; yazıda kullanılan dilin sert olmakla birlikte, “bireyleri şiddete veya silahlı ayaklanmaya teşvik etmesinin söz konusu olmadığı; uygulanan önlemin yazarın sendikadaki işini kaybetmenin yanında bazı siyasi ve medeni haklarını kaybına da yol açmasından dolayı oldukça ağır olduğu tespitini yaparak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği hükmünü vermiştir.” (Bıçak, 2002, s. 33).
6.9. Saldırgan İfadeler Kullanılabilir
“Şener / Türkiye” davasında düzenli olarak yayınlanan derginin makalesinde Türkiye’nin belirli bir bölümünün Kürdistan olarak gösterilmesi ve bu alanda yaşayan halkın Kürt insanı olduğuna değinilmesi, “devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine propaganda” oluşturduğu sebebi ile derginin sahibi ve yazıyı kaleme alan yazar hapis ve para cezasına mahkûm edilmiştir. Dergi sahibinin hapis cezası para cezasına çevrilmiş, yazara verilen ceza ise, ertelenmiştir. Olayı değerlendiren Mahkeme, yazarın Kürt sorunu hakkındaki fikirlerini açıkladığı; “yazının hükümet politikaları ve güvenlik kuvvetlerinin Kürt kökenli nüfusa karşı eylemleri ciddi bir eleştiriye tabi tuttuğu; aydın kesimin Kürt problemine genel bakışına eleştiriler getirildiği; Kürt realitesinin tanınması gerektiğini, Kürt probleminin çözümü için askeri metotların değil barışçı metotların kullanılması gerektiğinin vurgulandığı; her ne kadar bazı cümleler üslup olarak saldırgan bir nitelik taşısa da, makalenin, genel olarak, şiddeti övmediği; şiddete, silahlı mücadeleye ve ayaklanmaya teşvikin söz konusu olmadığı; silahlı mücadeleye bir son verme çağrısı yapıldığı; verilen cezanın infazı tecil edilmiş olsa bile verilen cezanın oldukça ağır olduğu tespitleri yapılarak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği hükmünü vermiştir.” (Bıçak, 2002, s. 33,34). 22
6.10. Fikirler Düşmanca Bir Tarz ile İfade Edilebilir
“Polat / Türkiye”, davasında Türkiye’deki Kürt ayaklanması hareketleri ile ilgili tarihi olayları destansı bir biçimde ele alan ve bir zindanda hükümlülerin hayatıyla ilgili gerçeklere ve uygulandığı iddia edilen işkencelere yer veren bir kitap yayınlanması sonrasında kitap toplattırılmış ve yazar hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Olayı inceleyen Mahkeme,” kitabın Türk tarihinin bazı olayları hakkında yorumlar getirdiği; medya aracılığı ile fikirlerin açıklanmamış olmasının fikirlerin ülkenin ulusal güvenlik, kamu düzeni ve toprak bütünlüğü üzerindeki etkisini ciddi olarak azalttığı; kitaptaki bazı bölümlerde Türk yetkililere ciddi eleştiriler getirilmekte ve düşmanca bir üslup ile kaleme alınmış olmakla birlikte, kişilere, şiddet, silahlı karşı koma ve isyan çağrısı yapılmadığı; ele alınan olayların çok uzun bir süre önce gerçekleştiği tespitini yaparak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kararına varmıştır.” (Bıçak, 2002, s. 34).
6.11. Bildirimin Nasıl Bir Topluluğa Yapıldığı Mühimdir
“Gerger / Türkiye” davasında öncesinde idam edilen bir kişiyi anma törenine davet edilen fakat bu davete katılmayan bir gazetecinin yolladığı mesajın anma töreninde okunması sebebi ile, mesajı yollayan gazeteci” toplumun ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü aleyhine bölücü propaganda yapmak” suçundan dolayı hapis ve para cezasına mahkûm edilmiştir. Olayı ele alan Mahkeme, sayısı az olan katılımcı kitleye okunmuş bir mesajın “ulusal güvenlik, kamu düzeni ve ülkenin toprak bütünlüğü için oluşturduğu potansiyel tehlikenin oldukça sınırlı olduğu; mesajda, karşı koyma, mücadele ve bağımsızlık gibi kelimeler kullanılmış olmakla birlikte, şiddete, silahlı mücadeleye veya isyana teşvik olmadığı, mesaj sahibine verilen cezanın oldukça ağır olduğu tespiti yaparak ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplum için gerekli olmadığı dolayısıyla ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kararını vermiştir.” (Bıçak, 2002, s. 35).
6.12. İfade Özgürlüğü Sağlamak Devletinin Yükümlülüğüdür
“Özgür Gündem / Türkiye” davasında sürekli yayınlanan gazeteye ve gazete çalışanına yönelik iki yıl içinde çok sayıda yasal olmayan şiddet olayı gerçekleşmiş olmasına karşın bu olayları inceleme konusunda kamu kurumlarınca herhangi bir işlem söz konusu olmamıştır. Saldırı ve tacizlerin kamu personellerini doğrudan veya dolaylı yönlendirmesi ile gerçekleştiği söylenmiştir. Gazetenin bürosunda kolluk kuvvetlerince yapılan aramada binada bulunan bireylerin hepsi gözaltına alınmış, bütün arşivlere el konulmuştur. Arama süresince gazete iki gün yayınlanamamıştır. Gazetenin editörleri örgütüne üye olmak, yardım ve yataklık etmek suçunu işledikleri gerekçesiyle hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Gazete hakkında toplatma ve kapatma kararları alınmıştır. Olayı inceleyen Divan, “ifade özgürlüğünün önemli fonksiyonlarından birisinin demokrasinin gerektiği gibi çalışmasının bir ön şartı oluşturması olduğunu; bu özgürlüğün gerçek anlamda kullanılabilmesi için sadece devletin ifade özgürlüğün kullanılmasına müdahale etmemesinin yeterli olmadığı; devletin, pozitif önlemler alması gerekebileceği; söz konusu gazeteye ve personeline ciddi saldırılar gerçekleştirildiği ve bu saldırıların gazetenin yayınını ve dağıtımını etkilediğinin devletçe bilinmesine rağmen, gazete yönetiminin ve personelinin istek ve dilekçelerinin hiç birisine cevap verilmediği; saldırıların ciddiyeti ve yaygınlığının yanı sıra saldırıların sistematik olarak yapıldığı ve yetkililerin bilgisi ve desteği dahilinde gerçekleştiği iddiaları dikkate alındığında, savcılarca gerçekleştirildiği söylenen araştırma ve soruşturmalar yeterli ve etkili tedbirler olarak kabul edilemeyeceği; gazetenin arşivlerine, dokümanlarına ve kütüphanesine el koymayı haklı kılan bir sebebin olmadığı; aşçı, temizlikçi ve kaloriferci dahil, gazetenin binasında bulunan herkesin toplu olarak 24 göz altına alınmasını haklı kılan bir sebebin hükümetçe gösterilemediği; arama sırasında binada, gazete ile ilgisi olmayan 40 kişinin bulunması herkesin yakalanmasını haklı kılamayacağı; bir terör örgütü üyesinin görüşlerinin yayınlanmış olması veya devletin resmi politikasını ifade eden fikirlerin kötülenmesi tek başına bir gazetenin ifade özgürlüğünü sınırlamak için yeterli olmadığı tespitini yaparak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği hükmünü vermiştir” (Bıçak, 2002, s. 38).
6.13. Terör Örgütünü Destekleyen Açıklama Yapılamaz
“Zana / Türkiye” davasında bir vilayetin geçmiş bir belediye başkanının gazetecilerle yaptığı bir toplantıda, örgütünün bağımsızlık mücadelesini desteklediğini, ancak savaştan yana olmadığını ifade eden beyanının sürekli çıkan bir gazetede yayınlanması, bildirimi yapan eski belediye başkanının mahkumiyetine sebep olmuştur. Olayı inceleyen Mahkeme, “günlük büyük bir gazetede yayınlanan söyleşinin, ülkenin bir bölümünde terör örgütünün sivillere karşı yürüttüğü saldırıları arttırdığı bir zamana rastladığını; böyle hassas bir zamanda terör örgütünün mücadelesinin ulusal bağımsızlık mücadelesi olarak tanımlanmasının ortamı gerginleştireceğine ve terör olayların artmasına neden olabileceğini ifade ederek verilen cezanın sosyal bir ihtiyaçtan kaynaklandığını, dolayısıyla ifade özgürlüğünün ihlalinin söz konusu olmadığı kararı vermiştir” (Bıçak, 2002, s. 42).
6.14. İfadenin Nasıl Açıklanacağı Önemlidir
“Karataş / Türkiye” davasında bir psikoloğun paylaşmış olduğu bir şiir kitabında” devletin bölünmez bütünlüğü aleyhine bölücülük propagandası yapmak” suçu işleği gerekçesiyle şiir kitabı toplattırmış, şair ve yayıncı hapis ve para cezasına çarptırmıştır. Olayı inceleyen Mahkeme, şiirlerdeki bazı pasajlar saldırgan bir dille kaleme alınmış olmakla ve şiddet çağrısı yapmakla birlikte, fikirlerin sanatsal nitelik taşıyan bir yolla aktarılması, etki alanının çok az olması bir isyan veya ayaklanma ihtimalini azalttığını; mahkumiyet kararının şiirlerin kişileri 25 şiddete teşvik ettiği için değil, Türkiye’nin belli bir kesimine Kürdistan diye referansta bulunarak ve ayrılıkçı hareketi överek kutsallaştırmak suretiyle bölücü propaganda yapmaktan dolayı verildiği; verilen cezanın oldukça ağır olduğu tespitini yaparak ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kararı verilmiştir (Bıçak, 2002).
6.15. Belgesel biyografi nitelikli kitap yayınlanabilir
Öztürk / Türkiye davasında 1973 yılında kurulan, yasal olmayan Türkiye Komünist Partisi- Marksist Leninist’in (TKP-ML) kurucu üyelerinden birisinin biyografisini anlatan kitabın 1988 yılında yayınlanmasından sonra kitap toplatılmış, yayıncısı para cezasına çarptırılmıştır. Yayıncı ile ilgili dava sonuçlandıktan iki yıl sonra kitabın yazarı hakkında, üç ceza hukuku profesörünün verdiği bilirkişi raporuna dayanarak, kitabın belgesel bir nitelik taşıdığı kanaatine ulaşılarak suç unsuru taşımadığı gerekçesi ile beraat kararı verilmiştir. Olayı değerlendiren Mahkeme; “kitabın bir biyografi niteliğinde olduğunu; yerel mahkemenin kararında kitabın hangi kısımlarının kişileri kin ve düşmanlığa tahrik ettiğini açıklamadığı; aynı mahkemenin farklı hakimlerden oluşan heyetinin iki yıl sonra farklı bir yorum getirerek farklı karar vermiş olmasının haksız cezanın önemli bir göstergesi olduğu; kitabın ilk baskısında ikinci baskısına kadar geçen süre içinde kitabın yayınından etkilenerek işletilmiş suç bulunmadığı tespitini yaparak ağır bir sosyal ihtiyaçtan bahsedilemeyeceği ve yapılan müdahale ile elde edilmek istenen amaç arasında orantı söz konusu olmadığı gerekçesi ile Sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edildiği hükmünü vermiştir” (Bıçak, 2002).
SONUÇ
Hayatımız boyunca aile, sivil toplum örgütleri, işyerleri gibi farklı örgütlenmelerin içinde yaşamımızı sürdürmekteyiz. Halkın ve bireylerin varlığının ilerlemesi ve kendini var edebilmesi için ifade özgürlüğü olmazsa olmazlar arasında hep yer edinmiş vaziyettedir. İfade özgürlüğü sözleşmede bulunan birçok özgürlüğün esası olarak görülmüştür. Mahkeme verdiği kararların hemen hepsinde ifade özgürlüğünün bir toplumun hayat damarlarından biri olduğu görüşünü beyan etmiştir. Düşünüldüğünden çok daha önemli bir mesele olan ifade özgürlüğü bu bağlamda günümüze kadar binlerce çalışma yürütülmesine neden olmuştur. Yaşanan tecrübelerden görülmüştür ki ifade özgürlüğünün ihlali durumunda zincirleme bir biçimde pek çok ihlal ardı ardına gelebilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ek protokoller aracılığıyla geçirmiş olduğu evrim süreci sonucunda taraf devletlerin ifade özgürlüğü bağlamında üstlenmiş oldukları devletin yükümlülüğü ve devletin engellenmemesi kapsamı olabildiğince genişlemiş bulunmaktadır. Kurulduğundan bu yana 55 yılı aşkın bir zamanın geçtiği mahkeme verdiği kararlarla içtihat oluşturmuştur.
Yaşadığımız yüzyılda ise düşünmek ve düşündüğünü ifade edebilmek her şeyden önemli bir yerde sayılmaktadır. İyi ve daha yeni düşüncelerin ortaya çıkması ifade özgürlüğünün varlığı halinde mümkün olmaktadır. İfade özgürlüğünün sınırlandırılması demek birçok özgürlüğün sınırlandırılması demektir. İfade özgürlüğü insan hakları koruma sisteminin en önemli unsurlarından biri olmuştur. Öyle ki kurulan mahkeme ilk kararını ifade özgürlüğünün korunması kapsamında vermiştir.
Mahkemenin verdiği kararların bir bölümü de ülkemiz ile alakalıdır. Kararların %80 ‘inden fazlası ülkemiz aleyhine sonuçlanmış. AİHM açıklanan 2018 yılı istatiksel raporuna göre ülkemiz 40 ihlal kararı ile ifade özgürlüğünü konsey üyeleri içerisinde en fazla ihlal eden ülke durumundadır. Bununla birlikte Freedom House’un yayınladığı Basın Özgürlüğü 2017 yılı raporuna göre 199 ülke arasından 163.ülke olabilmiştir. Gerimizde kalan ülkeler ise çoğunluğu otoriter rejimle yönetilmekte olan ülkeler olmuştur.
Açıklanan kararlarda da görüldüğü üzere, ülkemizin demokrasi ve insan hakları sıkıntılarının başını ifade özgürlüğü ihlalleri çekmektedir. Yukarıda belirtilen kararların ele alınması bu sorunun büyüklüğünü net bir şekilde ifade etmeye yetecektir. Ülkemizin mevcut şartlardaki tavrı ise normal karşılanamayacak düzeye gelmiştir. Bir kesim yazar bu kararların Türkiye karşıtlığının göstergesi olarak görmekte ve böyle izah etmektedir. Emperyalist Avrupa’nın gelişmekte olan tüm ülkelere dayattığı gibi bizim ülkemizi de ilk önce parçalayıp sonra bölmek ve ardından yönetmek fikrini güttüğünü söylemektedirler. Böyle düşünmemizin sonucunda ise yaşadığımız problemleri çözüme kavuşturma yerine sorumluluğu başkalarına yüklemek ihlalleri göremememize ve bu nedenle kendimizi değerlendirmek, eksiklerimizi görme konusunda hep noksan kalmaktan ibaret olacaktır. Avrupa Birliği’nin ülkemizde ifade özgürlüğünün sağlanmasını istemesi yönündeki dayatmaları haksız ve abartılı bir talep olarak görülmemelidir. Bu talep diğer ülkelerin Türkiye’yi “taviz” vermeye ikna etmesi olarak algılanmamalıdır. Yanlış uygulamaları düzeltmek zorundayız çünkü ifade özgürlüğünden Avrupa vatandaşı değil ülkemizin yurttaşları faydalanacaktır.
Ülkemizde devlet karşıtlığı, ayrımcılık, sağcılık, solculuk, inanç farklılaşmaları ya da ülkenin tümünde rutinleşen kabul edilmesi mümkün eleştirilerin sınırını aşan geriye kalan tüm düşüncelerin açıklanması otoritenin yasağı ile karşılaşmıştır. Düşünsel hayatın etrafı sarılmış, bu duruma karşı gelip gerçek düşüncelerini belirten bireyler ise çeşitli cezalara mahkûm edilmiştir. İçinde bulunduğumuz durumda ise yıkıcı eylem ve davranışlara sebep olmadığı, şiddete karşı oldukları halde ülkemizin çeşitli aydınları çeşitli ideolojik sebepler doğrultusunda ceza almış ya da işlerinden atılıp sürgüne zorlatılmışlardır. Bu koşullar nedeniyle hayatlarının en verimli dönemlerini cezaevleri ya da sürgünlerde geçirmek zorunda kalmışlardır. Düşünen ve üreten bireyler için tutuklanıp ağır cezalara mahkûm edilmek olağan akışın bir parçası haline dönüşmüştür. Ülkemizde yaşanan bu denli hoşgörüsüzlük çok büyük zararlar yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Fikirlerin bu kadar fazla mahkûm edildiği bir ülkede insanların gelişememesini normal karşılamak gerekir.
“Düşünce özgürlüğünden yoksun olmak, düşündüğünü söyleyememek değil, hiç düşünmemiş olmaktır.”
Jean Paul Sartre. 29 Kaynakça (1999, Temmuz 8). European Court of Human Rights: www.echr.coe.int. adresinden alındı
Akdeniz, Y., & Altıparmak, K. (2016, Aralık). Artun ve Güvener Türkiye Kararı. AİHM Kararlarının Uygulanmasının İzlenmesi: http://www.aihmiz.org.tr/files/Artun_ve_Guvener.pdf adresinden alındı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. (tarih yok). TC. DÜZCE VALİLİĞİ: http://www.duzce.gov.tr/avrupa-insan-haklari-sozlesmesi adresinden alındı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi. (2010, Haziran). Türkiye Cumhuriyeti Danıştay Başkanlığı: http://danistay.gov.tr/upload/avrupainsanhaklarisozlesmesi.pdf adresinden alındı
Begüm, D. Ö. (2017). B. DİLEMRE ÖDEN içinde, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARININ TÜRK VERGİ HUKUKUNA ETKİSİ (s. 36). Ankara: SAVAŞ YAYINEVİ.
Bıçak, V. (2002). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü. Ankara: Ütopya Basın Yayın Ltd. Şti.
Bilgin, H. (2014). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararlarının Türk İdari Yargısına Yansımaları. Ankara: Adalet Yayınevi.
Bozkurt, E., & Kanat, S. (2004). S. K. Enver Bozkurt içinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Başvuru Elkitabı (s. 1). Ankara: Asıl Yayın Dağıtım LTD. ŞTİ.
Dinç, G. (2006). G. Dinç içinde, Sorularla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (s. 12). Ankara: Türkiye Barolar Birliği Yayınları.
Ergül, E. (2003). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Uygulaması. Ankara: Yargı Yayınevi.
Gölcüklü, F., & Gözübüyük, Ş. (2007). F. G. Şeref Gözübüyük içinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi incelemesi ve Yargılama Yöntemi (s. 3). Ankara: Turhan Kitapevi.
Kapani, M. (1993). M. Kapani içinde, İnsan Haklarının Uluslararası boyutları (s. 43-44). Ankara: Bilgi yayınevi.
Karluk, P. (2014). Avrupa Birliği. içinde İstanbul: Beta Yayınları.
Özbek, Y. (2004). Y. Özbek içinde, Avrupa İnsan Hakları Hukuku ve Türkiye (s. 27). İstanbul: kırmızıkalem yayınları.
TMMOB Demokrasi Kurultayı. (1998). Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği: https://www.tmmob.org.tr/etkinlik/tmmob-demokrasi-kurultayi-1998/insan-haklari adresinden alındı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi. (2010, Haziran). Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi: https://anayasa.gov.tr/tr/mevzuat/aihs/ adresinden alındı
Ülgen, C. (Dü.). (2018). Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. İstanbul: Beta Basım Yayın Dağıtım A.Ş.
Ünal, Ş. (2001). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi . Ankara: TBMM Basımevi.
Yokuş, S. (1996). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkiye’de Olağanüstü Hal Rejimine Etkisi. İstanbul: Beta Basım Yayım A.Ş.